5 Kasım 2012 Pazartesi

Ölüm Oruçları



Ben bir yaprak, sürükleniyorum akan suyla. Hiçbir mukavemet yok. Ama yaprağın zihni itirazlar, isyanlarda. Ölüm oruçlarına bir kez daha şahit olmaya, farklı düşünen insanların alanlarının kısıtlanmasına, yaşam tercihlerimizin kısıtlanmasına, kendim ve sevdiklerim için insanlığın bize verebildiklerine, bu yalnızlığa ve çaresizliğe isyanlardayım. O kadar kendi ölçeğimin dışında düşünemiyorum ki yapabileceğim hiçbir şeyin değişimi getirebileceğine ihtimal vermiyorum. Ama gene de yazıyorum. Demek ki tamamen bitmiş değil inanç! Belki böyle, bir başkasının da dikkatini çekip yazdıklarıma bir yorum bırakacak biri, ben bir etkileşim yarattım diyeceğim, daha çok yazacağım, bir başkasının da dikkatini de çekeceğim, buyrun emniyete diyecekler, korku çemberi, hop! Gene de çemberi burada kırıp devam ediyorum:
Açlık grevinin devam etmesini istemiyorum. Grevcilerin talepleri olan Abdullah Öcalan’ın tecridinin bitmesi ile anadillerinde savunma haklarının verilmesinde ne beis olabilir, bana göre hiç. Bir devlet görevlisi diyebilir ki “Öcalan İmralı’dan örgütü yönetiyordu, biz bunun devam etmesine izin veremezdik”.  Peki 2011 yaz sonundan beri tecritte Öcalan ve örgütünü “yönetemiyor”. Daha mı iyi oldu? Ölen asker ve PKK’lı ne kadar çok… Öcalan 30 yıldır bir hareketin lideri, nefret edersin o ayrı, ama dikkate almak zorundasın. Alıyorsun da aslında; o zaman bu ikiyüzlülüğü sırf ölüm orucundakiler kurtulsun diye sürdürmesen ne olur? Çok iyi olur, çok değerli bir adım olur “insan için devlet” anlayışında atılmış. Ben kutsal devlet, insan hayatının üstünde devlet kavramlarından nefret ediyorum, tahammül edemiyorum. Böyle bir devlet istemiyorum.
Ölüm oruçlarına başvurmanın da çok kolay olmaması gerektiğini yazıp söyleyenler de var, bu seferki oruçlarının dayanaklarının çok savunulabilir olmadığını düşünenler. Aslında ben de buna inanıyorum: Yaşamsallığın tehditteyse başvurmalısın.  2000’deki direnişçiler F tipine karşı direnirken yaşamları için direniyorlardı. Zaman zaman Mahmut Alınak’ın Radikal Pazar’da hücresini anlattığı yazılarını içim kan ağlayarak okuyorum, böyle bir cezaevi hiçbir canlıya reva değil. 2000’deki direnişçileri haklı idi. Ancak bu seferki orucun sebepleri benim için yaşamsal değil, gelin görün ki oruçtakiler için yaşamsal. Kimse kolay kolay tatlı canından vazgeçmez. Hal böyleyken oruçlara, sanki kolay bir şeymiş gibi, blöf nev’inden yatıldığını söylemek de haksızlık değil mi?
Ben nasıl bir devletle gurur duyardım biliyor musunuz? Şartsız koşulsuz seven bir anne gibi, “Sizin isteklerinizi duydum ve anladım, ancak bu isteklerden şunu yapabilirim ve yapacağım ancak şunu yapamıyorum; sizin zarar görmenizi de istemiyorum. Oruçlardan vazgeçmenizi istiyorum,” diyebilecek bir devletle. Akabinde de daha önceki ölüm oruççularıyla çalışıp tecrübe kazanmış hekimlerle ölüm oruççularına destek olan, oruçlardan dolayı oluşmuş sağlık problemlerinin çözümünde hastalara yüzde yüz sigorta koruması veren ve onların toplum hayatına katılmaları için elinden geleni yapan bir devletle gurur duyar ve o devlet için herşeyi yapardım. O zaman benim olurdu işte… Belki oruççular da tüm taleplerini elde edememiş olacak ama kendileriyle farklı bir paradigmadan ilişki kuran bu devlet karşısında var olduklarını hissedecekler. Hayali bile güzel değil mi?

1 Kasım 2012 Perşembe

ölüm orucu

Bir ölüm ouççusunun tanıklığı

unutmak istemem

deniz'in "çok latlı"sını
jahan'ın deniz'e de hediye ettiği "karankı"sını (türkmenler karanlığa karankı diyor)
denizin kendi  kendini ikna eder gibi" anne ben okula gideceğim, sen de işe gideceksin" demesini.
denizin "anne şaşkaloz ne demek" diye sormasını (devrim ona demiş)
unutmak  istemem.




25 Eylül 2012 Salı

neşet ertaş

eski bir arkadaşım çok bahseder ve çok çalardı ondan. ben de tanımaya başladım. dostlar korosu ile daha çok türkü dinleyip söylemeye başladım. o zaman daha yakından tanıdım. babası gibi mahir, aydınlık neşet ertaş'ı kaybetti dünya. sesi baki kalsın.


dörtlü

irem, eren, devrim, deniz. en büyüğü 12, en küçüğü 3 yaşında. 2012 yazı. birbirlerine çok yakınlar. irem şefkatli ve kollayan bir abla. aynı zamanda etkileyici: ilk korku filmi, giysi tasarımları ondan. eren, kendi deyişiyle "içinde yanardağlar patlayan" biri. sorular, hareket...devrim narin, heyecanlı, delirmeye müsait, "cool" kişi. deniz minik kedi, bazen de tırmalayan. dördü bir yerde. hepsi çok değerli insanlar. büyüyüp serpilecekler...ben de seyrediyorum onları.

unutmak istemem

devrimin içe doğru büyüyen üst köpek dişini, denizin bazı kelimelerin sonuna son hecenin aynısından eklemesini (tuvaletete gidelim), devrimin yalnız uyumak istememesini, devrimle denizin meme emme yarışını, sonerin sigara içmemek için acı acı nikotin pastillerini emmeye çalışıp "sigara içsem daha iyi olur" demesini, annemin denize kestiği saç modelini, denizin ilk elma günlerini, devrimin ısrarlarını, devrimin sokulmalarını, yazın aylaklığından sonra işe dönmenin zindeliğini...

20 Haziran 2012 Çarşamba

14 Nisan 2012 Deniz'le Röportaj



Bu fikir Yasemin'indir. Ondan seneler önce böyle bir fikir almış ve yıllar içerisinde Devrim'le röportajlar yapmışımdır. Cevaplar da değişir. Bu Deniz'in ilk röportajı. En sevdiği oyun ve arkadaşa dikkat!

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Cihan

Cihan Kırmızıgül 11 yıl hapse mahkum oldu. Karar temyize gidecek ve umuyorum adalet duygusu güçlü bir hakim tarafından bozulacak...sa işimiz buna kaldıysa vay bizim halimize...Ortada delil yokken, tanık yokken böyle bir kararın alınmasını ne olarak okumalı? Aymazlık, gözdağı...Ben içime sindiremedim. Cihan'in temyizde bu beladan kurtulmasını, halen yargılanmakta olan ve protesto haklarını kullanmış olan tüm öğrencilerin de gerçek adaletten paylarını almalarını canı gönülden diliyorum. Ancak bu yetmiyor. Kuzenim hukuk okuyor. Ona "Haydi canim, savcı ol da adalet duygusunu onar!" dedim, kızcağız da ne yapsın...Kendime güldüm!

30 Mart 2012 Cuma

28 Mart 2012 Çarşamba

kütüphane haftası

sokaklarda reklam panolarında gördüydüm, unuttum. sonra birdolapkitap'ta gördüm: bu hafta kütüphane haftası. çocukken annem sayesinde, sonra ortaokul ve lisede okulumun harika kütüphanesi sayesinde çok vakit geçirdim kütüphanede. ancak liseden sonra gittiğim üniversitenin güdük kütüphanesi beni hayal kırıklığına uğrattı, o alışkanlığımı kaybettim. daha sonra boğaziçi üniversitesinin kütüphanesine gittim ama birkaç kez.

benim için kütüphane bir yaşam alanıdır. mümkünse yerleri halı kaplıdır ki ses yankı yapmasın. çocukken gittiğim çocuk kitaplığında yer ahşaptı, o da güzeldi. bu husus orayı ev gibi yapıyor, böylece kütüphaneyi benimsemek de daha olası, çok gürültü de olmaz. oturacak rahat koltuklar olmalı. isteyen için çalışma masası ve sandalyeler de. rahat koltuklar kütüphanede geçirilecek zamanı artırabilir. farklı zevklere hitap eden süreli yayınlar da aynı işi görür. belki bu tür yemlere ne gerek var diyebilirsiniz, ama bence var. insan zevk almalı okuma eyleminden, kütüphaneye gitmekten. yani kütüphane yaşayan bir yer olmalı, orada sevgili ile bile tanışılmalı, gençler orada bulunmaya can atmalı, temiz ve iyi aydınlatılmalı, sıcak olmalı, sessiz olmalı.

kitaplara gelince...açık raf sistemi esas ve ödünç alma mutlaka olmalı, başka türlüsü kütüphane değil bence. kütüphanede tüm yerli ve yabancı klasikler, başvuru kaynakları, günlük gazeteler ve süreli yayınlar ile çağdaş yazarlar olmalı, her sene okurlardan talepler toplanarak koleksiyon zenginleştirilmeli. herkesin her türlü kitabı okumak hakkı vardır, kütüphanelerde milliyetçi muhafazakar yazarlar kadar sosyalist, nihilist, anarşist, LGBT, feminist, şizofren, vs yazarların kitapları da olmalı. kütüphane belli bir yaş grubuna hitap ediyorsa bu göz önüne alınmalı. kütüphanenin idealist bir memuru olmalı, mekanına ve kitaplarına sahip çıkmalı. okurlar da mekana bağlanmalı ve sahip çıkmalı.

böyle bir kütüphane biliyorsanız bana da haber verir misiniz? hepsi olmasa da olur. ben kendi adıma beşiktaş belediye kütüphanesine bir bakacağım. herkes birbirine kütüphanelerle ilgili görüşlerini bildirirse belki daha fazla kütüphane ziyareti yaparız, bu çok hoşuma gider!

27 Mart 2012 Salı

çocuk mahkumlar

çocukları hiç emanet etmemeli devletin hiçbir kurumuna. ben bizimkileri bile okula gönderirken aklım kalıyor. en nihayetinde milli eğitim'e bağlı... cezaevine göndermek hiç içime sinmiyor. zaten de sebepsiz değilmiş. çocukların yaşama devam etme gücünü ellerinden alıp yerine nefret koyunca ele ne geçti bunca yıldır, hiç! koca bir hiç, hatta daha da kötüsü...şimdi daha iyi olurlar diye gönderildikleri yerde de tehdit, işkence. çok utanıyorum, insanlığımdan. zaten geçenlerde bir ilköğretim müdürü ifşa etmişti devletin motivasyonunu: yılanın başını küçükten ezeceksin... o daha da beterini demişti, ben demeyeceğim.

herkes varoluşuyla değerli oysa, kimseyi bir şart ile sevmek olmaz, o zaman o sevgi olmaz. aslında devlet de sevmez, sevemez; bu insana atfedilecek bir duygu. korumak olsa olsa, ama ben artık bundan da geçtim: amaçsız devlet mi olur, o da şartsız korumaz: "sen terör suçuyla cezaevine geldiysen cezaevine gelip özgürlüğünü elinden alarak seni cezalandırırım, üstelik o yetmez, buradaki varoluşunu da korkunun üstüne yerleştiririm ki sen artık canından vazgeçecek gibi olursun, böylece beni de bir yılandan daha kurtarmış olursun, seninle ilelebet uğraşmak zorunda kalmam..." ben bu ikiyüzlülüğü sindiremiyorum. çocukların şimdiki halleri ile ilgili tıklayınız: http://bianet.org/bianet/cocuk/137207-pozanti-cocuklari-sincanda-da-magdur . lütfen sondaki bdp raporuna da bakınız. çocukların tanıklıkları, biz tanıklık ettiğimiz kadar var.

21 Mart 2012 Çarşamba

deniz'den inciler...

dıgıkla beni! (gıdıkla beni!)
anne araba denize nasıl düşer? (haberlerde denize düşen bir arabayı gördükten sonra günde en az 5 kere)
anne bu defteri hayalet çizmiş! (defterimi çizmiş, boku hayalete at, zaten de yok hayalet)
"bırak kardeşimi" de! (soner denizi yakalamaya çalışırken, sürekli devrim'den duyduğu repliği benim söylememi isterken)
denizin ruj ve oje sevdası artarak sürüyor. kalemlerle de tırnaklarını boyuyor ve bu daha da zor siliniyor! biz de bıraktık artık ipin ucunu... bakınız bu resimde kırmızı oje, sezonun ve her dönemin gözde rengi!

16 Mart 2012 Cuma

Kitap Okuma Ritüelleri



Bir Dolap Kitap sormuş: "nasıl kitap okuyorsunuz?" diye. Benim listem şöyle:

1) Yatağımın başucunda bir, oturma odasında başka, çantada da başka kitap. Tuvalette de dergi ve gazete ve resimli kitap...
2) Kitapla çay ve kek, ama bunların tüketildiği sayfalarda hafif yağ izleri ya da ezilmiş kırıntılar. Sayfayı açık tutma çabası ile çayı mı içme yoksa kekten mi ısırma deyip kitabı mundar etme... Sonra çay ve kek hayırlısı ile bitince kitaba esaslı dönüş.
3) Çok sürükleyici bir kitap okurken seslenenleri duymamak, sinir olmak onlara.
4) Kitap okumazdan evvel ne yapılıyordu, okuduktan sonra ne yapılacaktı unutmak, hemen hatırlayamamak.
5) Kitap çok sıkıcıysa bitirsem mi, bıraksam mı diye kastırıp bir bölüm daha devam edip kitabı yarım bırakmak.
6) Metroda oturacak yer bulmak, sevinmek rahat rahat kitap okurum diye.
7) Kitabı ele alınca kitabın içine girmek, bölünmemiş dikkatle okumak.
8) Çantada kitap okunmasa da ferahlık verir, olmayınca da "tüh bak kitabı unuttum" denir.
9) Yatmadan kitap okumak, okunacak birşey olmayan bir yerde kalınıyorsa uyuyamamak.


Aklıma gelenler bunlar. daha da gelenler olursa ekleyeceğim.

13 Mart 2012 Salı

"bildiğin gibi değil"

bildiğin gibi değil

bu kitap beni mahvetti. hiç bu kadar açıklıkla duymamış, okumamıştım kürtlere yapılan dışlamayı, işkenceyi. nefret anlaşılır oluyor o zaman...nasıl bitecek, neresinden tutup kaldırmalı, bilemiyorum. ben ne yapabilirim diye düşünüp duruyorum. en azından kitaptan bahsedetmek istiyorum, daha çok insanın bu insanlık dışı muameleden haberi olsun ve onu bünyesi sindiremesin diye...

ben devrime makyaj yaptım

ben çok beğendim, paylaşmak istedim. bu durumda deniz'e biraz haksızlık oldu. ona da bir makyaj farz oldu.

devrim denize makyaj yapmış

ne demeli, deniz de beğenmiş, poz vermiş. olmamış desem kaç yazar! uyandırma kerizi, bulandırma denizi...

29 Şubat 2012 Çarşamba

Bugün bir arkadaşım geldi bize kızıyla. Deniz'den 1 yaş küçük. Paylaşmak en çetrefil iş oldu ama arkadaşımın da önerdiği gibi biraz ısrarcı olmak (ama paylaş paylaş diyerek değil de o eylemi bizzat yaptırarak) işe yaradı. resmidir.

19 Ocak 2012 Perşembe

12 Ocak 2012 Perşembe

Abant Hatırası

Şubat 2011. Devrim hala ata binmeye devam ediyor. Ben tırstım ve vazgeçtim. İnsanın gençken kendine güveninin ne kadar yüksek olduğunu varın siz hesap edin.

10 Ocak 2012 Salı

Seninki kaç santim?

Seninki kaç santim?: 600 binden fazla kişinin verdiği destekle lagos ve orfozu kurtardık. Sıra diğer türleri kurtarmakta! Denizlerimizin ve balıkların geleceği için, iş işten geçmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl.

3 Ocak 2012 Salı

daha mazbut bir yaşam. mazbut derken aslında aklıma da başka birşey geliyor: daha iddiasız, aynı gibi. kastım belki iddiasız ve aynı, ama daha iyi tanımlayan, etrafına zarar vermeyen, uyumlu. uysal, kuzu gibi anlamında değil, adapte olan. az tüketen, böylece az kirleten. az söyleyip öz söyleyen, böylece hem kendini ifade etmiş olup hem de kimsenin kalbini kırmayan. çalışan, işlerini yapan, sonra da oturup keyfine bakan. imkanlarını düşünceli kullanan, başkalarıyla da paylaşan. toplumsal dayanışmaların parçası olmak insan olmanın parçası. barıştan yana olan, barışın gelmesine katkısı olur; akmasa da damlar. çocuklarını seven, ki onlar da çocuklarını sevsin. hayat arkadaşını seven, sevdiğini bildiren, sevdikleri için kendinden vazgeçebilen. kendi için vazgeçebilecekleri olan... biraz kızılderili meseli gibi oldu ama kızılderililer de doğrudaydı, o yüzden de yokolup gittiler.