29 Ocak 2014 Çarşamba

denizin ilk portfolyo sunumu

ilkiydi bu. bilenler bilir: çocuklar okulda yaptıkları işlerden kendi seçtiklerini ebeveynlerine anlatırlar, neden seçtiklerini ve gene bu işi yapsalar neyi değiştireceklerini veya değiştirmeyeceklerini de ifade ederler. deniz'im bana bir kez daha nasıl bir söz cambazı ve neşeli bir çocuk olduğunu ifade etti. ayrıca da son derece de iyi bir öğrenci.kendisini tebrik ediyorum. sonunda da dayanamadık biraz evcilik oynadık. komşuya kahveye gittim.







içimden taştı, ben de yazdım.

Güzel günlerin kokulu rüzgarı
Korksam da var.
Gene de ölmüyor yaşanıyor ya
İşte böyle dirliğimiz,
Düzenimiz.               
Ovarılmış tüm eski divan sedirler
Üzerlerinde biraz dinlenmişliğim var.
Ama yorgun sırtlarım ,                       
Besbelli çok düşünmekten ağırlaşan kafam yük gelmiş eşşeğe.   
Kabalaştım özürler.
Şimdi çocuklar geliverir.
Kara kara suları akıtıp çanağa pembe ellerini pırıl pırıl yuğarlar ( yıkarlar ama karadenizli bir teyze ruhumu ele geçirdi o kelimede)     
Sonra içime sokasım gelir ama akşama yemek yok. Unuturum.

19 Ocak 2014 Pazar

su gibi

kitabı su gibi okumak, elindeki işi bitirip kitabını alıp oturmak benim için kitap okumak demek. bazen dikkatsiz olabiliyorum ama benim için kitap böyle okunur. böyle okuyunca da kitapların bende yarattığı hissi hiç unutmam. kitabın konusunu unuturum ama hissi asla. mesela herman hesse'nin bozkırkurdu: aşkınlık, çaresizlik, özlem, merak.

işte ne zamandır böyle kitap okumaya hasretim. hani çok satanlar gidiyor çıtır çerez ama kesmiyor. iyi edebiyat içimde duyguları ateşliyor. şapka çıkarıyorum, önünde saygıyla eğiliyorum.

son zamanlarda 2 kitap, hem de aynı anda bu zevki uyandırdı içimde.



ilki zeynep oral'ın metis'ten çıkan direniş ve umut reha isvan adlı kitabı. reha isvan farklı bir kadın. adalet ağaoğlu'nun ölmeye yatırdığı aysel'le kuşakdaş ama reha hanım'ın ölmeye yatmak gibi bir motivasyonu hiç yok. bu durumu küçük görmüyorum, ya da reha hanım'ı boyun eğmiş addetmiyorum. aysel kendisinden kadınüstü/insanüstü beklentilerden boğulmuş, kendi olmayı ise nasıl yapacağını bilemez durumdaydı ki ölmeyi tercih ediyor, daha doğrusu o ölüm öncesi muhasebeyi yapıyordu. belki yeniden doğmak için. sanırım reha isvan'da sevgi ile büyümenin getirdiği bir cömertlik var, bir coşku var. böyle insan için hayat sanırım vermekle de çok ilgili. sende bolca olanı paylaşmak...kimbilir. kişisel tahlilini yapmak bana da düşmez ama ben vermenin bolca almış olmakla da alakası olduğunu biliyorum.



ikinci kitap da şebnem işigüzel'in iletişim'den çıkan venüs bir aile tarihçesi, bir yaşamöyküsü. ben ilk kez şebnem işigüzel'in çöplük'ünü okuyunca apışıp kalmıştım. hayattan sefalet adına payıma düşen çok değil şimdilik, hakikaten gözlerim faltaşı gibi olmuştu, mümkün olsa gözümü kapatarak okuyacağım...ama hikaye anlatmak öyle güçlü birşey işte! kitabı ilgi ve merakla okuyup bitirdim. insanların sefalette, sefahatta birbirine bağlanması ve birbirini satması sevgiyle; onu ilk kez düşündüm. kurgu ile gerçek bir midir? bilmiyorum. çöplük'teki gibi karakterleri tanıyabilir miyim, bilmiyorum. sanırım hayır. o yüzden gerçek ne olur, onu da demek güç. sonra bu venüs çıktı piyasaya. az biraz bekledim ama çöplük'ü okuduğum zevk de aklımda, aldım kitabı. bu kitabın arkasında kendisini şeker şerbet diye tanımlayışı var. doğrudur belki ama kemalettin tuğcu gibi yerleri de var. bana melodramatik gelmedi, yalan yok. olması gerekiyordu, oldu. iyimser mi ki roman? ben öyle demezdim. insanların insanlara kurduğu hapisler, tımarhaneler insanları derbeder ediyor. bu bahsettiğim her iki romanda da baki. beni de bu kahrediyor zaten.

işte bunlar bana eski zevki hatırlatanlar. devamı olursa haber ederim.

11 Ocak 2014 Cumartesi

yetenek gösterisi

yılbaşı gecesi 3-4 prova ile kurduğumuz grubumuzla lykke li'nin ı follow you şarkısını çalıp söyledik. öncelikle li'ye, sonra keman öğretmenimiz burçin ışık'a ve grup üyeleri devrim, eren, irem, cihan ve ışıl'a teşekkürler.

10 Ocak 2014 Cuma

tatilde

biliyorsunuz 24 ocak'ta okullar şubat tatiline giriyor. biz istanbul'da olacağız. çocukları avm dışında yeni yerlere götürmek gibi bir çabam var. bu çaba kafa çalıştırıyor, aklıma zeytinburnu tıbbi bitkiler bahçesi geldi. hiç gitmedim ama çok farklı yerlerden öyle methini duydum ki burası da şubat tatilinde gitmeyi önereceğim yerlerden biri olacak çocuklara. mesela beş duyumuzla bitkiler diye bir çocuk programı var, utanmasam ben kendim gidip yazılacağım. oralara kadar gitmişken yedikule hayvan barınağına ve meral hanımla ekibinin yarattığı mucizeye de tanıklık edebilirsiniz. hala şansınız varken sur bostanlarından da çıtır çıtır yeşilliklerinizi alabilirsiniz. surlar boyunca yürüyebilirsiniz. silivrikapı'ya kadar yürüseniz surun hemen arkasında hakkaten "bu ne burda" dedirten bir puz pateni pisti var belediyenin. oraya da telefon açtım: günlük programlarda antremanlardan artan zamanlarda pist halka açık, telefon edip gitmek lazım. 8-15 tl arası giriş fiyatları ve de paten de sağlıyorlar. tarih mi dediniz, biyoloji mi dediniz, beden eğitimi mi dediniz, psikoloji mi dediniz, başkaaaaa? ben çocukları bilmem ama kendim gitmek istiyoruuuuuum....

5 Ocak 2014 Pazar

frances ha


geçenlerde digiturk festival'de (digiturk'ün en güzel kanalı) seyrettim bu filmi. çok beğendim. seyrederken frances'in sarsak, son derece kaygan hali bana tedirginlik vermişti, ama bir yandan da şaşırtmış ve bir ferahlık hissettirmişti. o çelişik gibi gelen duygularım, şu yazıyı okuyunca anlamlı geldi. frances benim alışageldiğim bir kadın değil. ben de sophie'ye aşık olduğunu düşündüm, evsizliğini bir sorun gibi algıladım. oysa o "sophie'ye aşık oldum" demiyordu buna, evsizliği de onun bir yaşam durumuydu. hani sokakta, eski ev arkadaşına yanında kız arkadaşıyla rastladığı sahne var ya, mesela ben o sahnede yalnız kadınla karşısında sevgilisiyle eski sevgili gibi algıladım ama frances son derece alicenapca onlarla hayatının o evresinde nasıl olduğunu paylaştı hiç ezilmeden bozulmadan...sanırım bana ferahlık veren buydu. güzel film.

bu arada sonradan aklıma geldi: bu film ve arkasından düşündüklerim aklıma adalet ağaoğlu'nun ölmeye yatmak'ını da getirdi: o da cumhuriyetin  modernleşme projesinin kadına bindirdiği rolden bunalıp da ölmeye yatmamış mıydı? ama orada bir isyan var, oysa burada bir reaksiyon yok, rahat ve kendi gibi...ferahlık diye boşuna demiyorum.